12 Şubat 2014 Çarşamba

TÜRKİYE'NİN EĞİTİM SORUNU

TÜRKİYENİN EĞİTİM SORUNU NEDİR?..
Mak. Yük. Müh. Ahmet YALVAÇ
                Sevgili ANAYURT Okurları, Türkiyede eğitim konusu ve eğitimin sorunları da,zaman zaman  içinde olduğum, kafa yorduğum konulardan bir tanesidir.
           Son zamanlarda Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi ÖSYM tarafından yapılan sınavlarda , kopya ve şifreleme  iddialarıyla yaşanan güven bunalımı ve öğrencilerin mağdur olmaları ile Türkiyenin gündemine oturan eğitim sorunlarını, değişik açılardan masaya yatırmak, eğitimin şekli ve kalitesi hakkında bir şeyler söylemek ve bazı önerilerde bulunmak istiyorum.
            ÖSYM de yaşanan olaylarla Türkiyenin gündemine oturan eğitim sorunu,benim bukonuyu öne almama vesile oldu.
             ÖSYM de yaşanan kopya ve şifreleme iddiaları ile bazı öğrencilerin mağdur olmaları,ve sisteme duyulan güvenin sarsılması elbette çok vahim bir durum. Ama benim üzerinde durmak istediğim asıl konu bu değil
             Eğitim konusunda yaşanan sorunları ve çarpıklıkları kısaca özetledikten sonra,bu iddialar hakkında da görüşlerimi açıklayacağım.
            Ben her yıl sayıları gittiçe artan öğrencileri mevcut sistemle sınava sokmanın ve alınan neticeye göre bir Eğitim Kurumuna yerleştirmenin,ne yığılmayı önleyeceğine,nede eğitimin kalitesini yükselteceği kanaatinde değilim..
            Güvenlik önlemlerin i ne kadar artırırsak artıralım, sorularıda o oranda zorlaştıralım.Ama sonuçta çok az kişi eğitim imkanından yararlanabiliyorsa, yada mezun olduktan sonra bir işe giremiyorsa,öğretmenin bile tayini yapılamıyorsa, ortada önemli bir sorun var demektir.
            Eğer mezun olan öğrenciler, iyi yetişmedikleri için iş bulamıyorlarsa, buda ayrı bir sorun.
            Demek istediğim şudurki,biz eğitim konusunda da şu anda bilgisayar ve daha başka ileri teknoloji imkanlarından yararlanıyor isekte, kalite yönünden 20-30 yıl öncesinin daha gerisindeyiz. Bu konuyuda örneklerle ortaya koymaya çalışacağım. Yani eğitim konusunda da çağ atlamadık; olsa olsa ip atladık
             Öğrenciler ÖSYM sınavlarına hazırlanırken,değişik şekillerde üçgen proplemlerini,geometrik şekilleri, havuz proplemlerini, hız proplemlerini, karışım proplemlerini….vs yi öğrenmeye çalışıyorlar. Eğer sınava girdiklerinde belirlenen süre içerisinde yeteri kadar soruyu doğru olarak cevaplandıramazlarsa, iyi bir üniversiteye girebilme hayali başka bir bahara kalabilir.
             Bu gibi proplemler bizim genel kültürümüzü artırır, ve beynimizi zinde tutabilir ama, normal yaşantımızda bu gibi proplemlerle pek işimiz olmaz. Bu nitibarla bir Eğitim Kurumuna girebilmek için bu sorular için uzun bir zaman ayırmak,en azından bir israftır
             Sonra, seçtiğimiz branşa dayalı olarak bunlardan bazılarıyla işimiz olabilir. O zaman zaten daha teferruatlısını öğreniriz.
             Burada vurgulamak istediğim husus şu dur:
              Mevcut sisteme göre en yüksek poanı alan öğrenciler,ya mühendislik bölümlerini,yada tıp fakültelerini tercih ediyorlar
              Burada sorum şu:
               Belli bir zaman dilimi içerisinde en fazla soruyu doğru olarak cevaplayan kişi,aceba kendi dalında en başarılı mühendis, yada en başarılı doktor olabilir mi?
              Bence olamaz.Çünkü sabırlı olmayan,ince işlere doğuştan yetenekli olmayan kişi, ne hassas bir alet, yada makine yapabilir,nede zor bir ameliyatı başarıyla yapabilir!
            Benim öncelikle önerim şudur:
             Uzmanlık alanları eğitim metodu olan kişiler,başta Almanya, Fransa,İngiltere,Amerika Birleşik Devletleri, Japonya…vs gibi gelişmiş ülkelerde uygulanan sınav ve eğitim sistemini araştırmalı,hazırlanan raporları topluma sunmalı,daha mükemmellerinin ortaya çıkması için , konu tartışmaya açılmalıdır.
             Bizde eğitimde dahil olmak üzere, daha bir çok konuda yapılan ve reform adı altında topluma lanse edilenkonular, maalesef birileri tarafından hazırlanıp, Hükümet tarafındanda uygulamaya konulmaktadır.
             Reform diye sunulan bilgi ve uygulamalar,maalesef tartışmaya açılmıyor. Ve ben yaptım oldu mantığı ile hareket ediliyor.Ve maalesef bu işin başını mnçeken kişi yada kişilerin konularında ne kadar uzman olup olmadıklarınıda bilmiyoruz.
             Almanyada,Fransada,İngilterede, Amerikada, Japonyada bizde olduğu gibi Yüksek Öğretime giriş sınavlarında bir yığılma var mı,mezun olan öğretmenlerde açıkta kalma durumu var mı, mezun olunan diğer branşlarda iş bulmada bir sorun yaşanıyor mu? Bütün bunların Halkımıza anlatılması lazım
            Meselenin özü şu:
             Bizim, Almanya , Fransa, İngiltere, Amerika,Japonya, Çin … vs gibi gelişmiş ülkelerin seviyesine çıkmak, hatta onları aşmak gibi bir niyetimiz, bir çabamız olmadığından,buralarda uygulanan yöntemlerden de yararlanmıyoruz.
             HERKESİN MÜHENDİS YADA DOKTOR OLMASINA GEREK VAR MI?
              Toplumda mühendise, doktora ihtiyaç olduğu ğibi,iktisatçıya,, maliyeciye,avukata,, elektrikçiye,kunduracıya,, fırıncıya, kaynakçıya,mobilyacıya kadar her meslekten insana ihtiyaç var.
              Yukarda saydığım meslek guruplarında da eğitime çok önem vermemiz lazım.Bu husus Toplumun temel sorunu
               Bizde maalesef mesleki eğitime önem verilmiyor.Bu ve benzeri meslek guruplarında faaliyet gösteren kişilerin büyük bir çoğunluğunun bir okulda eğitim gördüğünü söylemek maalesef mümkün değil.
              Bu itibarla Toplumdaki bütün sorunların eğitimle halledilebileceğine öncelikle inanmak,sonrasında da ,eğitim sistemimizi Toplumun ihtiyaçlarını en mükekemmel karşılayacak şekilde organize edersek, tüm sorunlar kendiliğinden çözülür.
             Almanyada öğrencilerin ilerde hangi branşlarda eğitimlerine devam edecekleri,daha temel eğitimde belirleniyor.Meslek eğitimine daha elverişli olanlar kısa yoldan dönüyorlar. Araştırmacı kabiliyete sahip olduğu tesbit edilenler, liseye devam ediyorlar. Ve böylece üniversite sınavlarında bir yığılmada olmuyor.
           Diğer gelişmiş  ülkelerdede buna benzer yöntemlerin olduğuna inanıyorum. Bu itibarla uzmanlık alanı eğitim metotlkarı olan kişilerin, diğer gelişmiş ülkelerdeki uygulanan yöntemleri araştırıp, tartışılmak üzere Toplumun önüne koymaları lazım.
             Sorun,hangi öğrencinin kabiliyetinin hangi yönde olduğunü tam olarak tesbit edebilmek. Bununda ipuçlarını değişik şekillerde burada ortaya koymaya çalıştım.
                       LİSELERDE MEYDANA GELEN YIĞILMALAR
             ÖSYM sınavlarına katılan öğrencilerin sayılarında her yıl artış yaşanması,yeni liseler açılmasına devamedilmesinden, dolayısıyle liselerden mezun olanların sayılarının çokluğundan kaynaklanmaktadır.
              Öğrencilerin velileri de, çocuklarının ileride doktor, mühendis, iktisatçı…vs gibi toplumda saygın olan bir meslek eğitimini alabilmeleri için, liseleri tercih ediyorlar. Bence böyle bir tercih yanlış.
             Önemli olan,insanların kabiliyetlerine en uygun bir meslek dalını seçmeleridir.Eğitim sistemininbaşında bulunanlar ise, böyle bir sistemin kurulmasına öncülük etmelidir.
                         MESLEKİ EĞİTİMDE İHMAL VE GERİLEME
              Biz liselere önem verdiğimiz kadar, meslek okullarına ve mesleki eğitime önem vermiyoruz Öğrenci velileride çocuklarının havası düşük olur gerekçesi ile bu okullara pek pek rağbet etmiyorlar.
            Bu gün Endüstri Meslek Lisesi diye adlandırılan okulların adları, eskiden Sanat Okulları idi Modaya uymak için bu Okulların adını Endüstri Meslek Liseleri yaptık
            Eskiden bir Sanat Okulunu bitiren öğrenci kendi dalında iyi bir kaynakçı,iyi bir elektirikçi, iyi bir motorcu olurdu….vs.Baş vurduğu her yerde rahatlıkla iş bulurdu Bu gün maalesef böyle bir kalite yok
           Sanayimizde kaliteli ara elemanı bulmakta zorluk çekiyor.
İNGİLİZCE YADA BAŞKA BİR DİLDE EĞİTİM YAPMAK ŞART MI?
           Bu gün ANADOLU Liseleri diye adlandırılan ve İngilizce ile eğitim yapan liseler türedi  Velilerde bu Okullara çok rağbet ediyorlar..
           Bir yabancı dil bilmek güzel bir şey ama, asıl olan kendi branşında başarılı olmak!
           Örneğin bir elektrikli ev aletiniz bozulduğunda, götürdüğünüz tamircinin öncelikle İngilizce bilip bilmediğinimi sorarsınız, yoksa tamir işini iyi yapıp yapamayacağını mı ön planda tutarsınız?
           Bizim hayatımızda etkin olan husus ;hep özenti. Mantık genelde ikinci planda..!
            Konu ile ilgili olarak sizlere burada ilginç bir hikaye anlatmak istiyorum.
             Ankarada Beşevler semtinde bir Teknik Eğitim Fakültesi var. Burada Endüstri Meslek Liselerinde ders verecek öğretmenler yetiştiriliyor.Burada alınan eğitimin konusu ile ilgili olarak çok güzel laboratuarlar, alet ve makinelar , tezgahlar var.Burada her Bölüm sanki bir fabrika gibi. Seri olarak üretimde yapılabilir. Aslına bakarsanız; bu atölyelerin ve sistemin kuruluşunda böyle bir amaçta varmış.
           Ben Yüksek Lisans Tezini hazırlarken buradaki teknik imkanlardan da yararlandım.Orada çok sayıda Eğitim Görevlisi Hoca arkadaşım da var.Şimdi anlatacağım hikaye Talaşlı imalat ve Döküm Bölümü ile ilgili.
           Talaşlı  İmalat Bölümünde eğitim gören öğretmen adaylarının sayısı 15-20,belki 25 Halbuki Atölyede 70-80 tezgah var. Niye burada bu kadar az öğrenci var diye sordum.Verdikleri cevap şu idi:
            İngilizdeden başarılı olanlar çok az olduğundan öğretmen adayları, Okula giriş sınavlarında çok eleniyorlarmış. Bu yüzden orada eğitim gören öğretmen adaylarının sayusı okadar azmış.!
           Öğretmen adayları ilede konuştum. Bunların bir kısmı lise çıkışlı. Dolayısı  ile daha torna, tesviye tezgahlarını bile doğru dürüst kullanmasını bilmiyorlar. Ama bunlar, Endüstri Meslek  Liselerinde benzer konülarda ders verecekler. Durum çok vahim !
            Önceleri bu Okullara Endüstri Meslek Liselerinden mezun olanlar girebiliyolarmış, şimdilerde liselerden mezun olanlarda girebiliyorlarmış.
             Şimdilerde iingilizce şartı konmuş ama, eğitimde kalite ve başarı düşmüş
              Bilahare orada bir makine yapmak istedim. Malzemeleri de ben karşılıyordum. Sonuçta ne Torna-Tesviye Atölyesinden, nede Döküm Bölümündeki imkanlardan yararlanabildim. İşin en basit kısmını bile yapamadılar. Sonuçta malzemelerimi toplayıp götürdüm ve OSTİM  de sanayi bölgesinde yaptırdım.İşte eğitimde yaşanan sorun bu.
            Sözümü burada tekrar ediyorum;eğitimde amaç,çat pat İngilizce bilen öğrenciler, yada öğretmenler yerine,hayatta yada kendi branşlarında başarılı öğrenciler ve öğretmenler mi yetiştirmek daha doğru.! ?
            İLGİNÇ BİR HUSUS
            Söylediklerine göre,yukarda sözünü ettiğim Teknik Eğitim Fakültesindeki Atölyeleri ve Dökümhaneyi de Almanlar kurmuş. Eğitimin aslı, Döner Sermaye ile çalışan, piyasayada iş yapan ve üretim esasına dayanan uygulama ağırlıklı bir eğitim sistemi imiş.
            Önceleri bu Okullarda bu sistemle çok iyi öğrenciler ve öğretmenler yetişmiş, hemde herkes çok parada kazanmış.Ama her nasılsa bu sistemden sonraları vazgeçilmiş
           Ben eskiden Döküm Atölyesi olan yerde ocak kalıntılarını,ateş tuğlalarını ve tuğla topraklarını gördüm ve çok hüzünlendim
            Bizde birileri iyi bir başlangıç yapıyor,sonradan gelenler işi geliştirecekleri yerde, daha önce yapılanları durduruyorlar, yada yok ediyorlar.Ve en önemlisi de bir şey bildiklerini, bir şey yaptıklarını sanıyorlar.NİÇİN BULUNMAMIZ GEREKEN YERDE DEĞİLİZ  başlığını taşıyan makalemi okursanız bu gibi hususların nedenlerini öğrenirsiniz.
                                             KÖY ENSTİTÜLERİ
            İş yapan,üreten insanlar yetiştirme amacına yönelik olarak kurulan,daha sonraları kapatılan bu Okullar tekrar Türkiye nin gündemine oturmalı, tartışılarak daha mükemmellerinin kurulması sağlanmalıdır.
            Köy Enstitülerinin hakkında Halkımız pek bir şey bilmiyor. Bu konuda birkaç TV proğramının yapıldığını biliyorum. Bunlardan bir tanesi CEVİZ KABUĞU nda idi. Bu proğramlar tekrarlanmalıdır.
           İleri bir tarihte Eğitimde, bilhassa da Mühendislik Eğitiminde kalitenin ve başarının nasıl artırılabileceği hususunda yıllar öncesinde yaptığım çalışmalardan da bahsetmek istiyorum.
                    ÖSYM DE ŞİFRE VE KOPYA İDDİALARI DOĞRUMU?
           Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi önceleri Türkiyenin en güvenli Kurumlarından bir tanesi idi.Şimdi burada da güvenin kaybolduğunu,düzenin bozulduğunu görüyoruz.
            Eğer Siyasi İktidarların kafalarının arkasında gizlenmiş bir amaçları varsa,ÖSYM de de, başka Kurumlarda da her şey olabilir.
             ÖSYM de şifreleme,kopyalama işi varsa,bu iş birkaç kişi ile yapılamaz. Çok sayıda kişi ile yapılabilir.Bu organize bir iştir.
             Bu işin başında bulunan sayın Prof Dr Ali DEMİR in bu kadar şaibeden sonra istifa etmesinin en doğru iş olacağına inanıyordum. Ama istifa etmediğine göre, bu işin arka planında çok önemli hususların olduğuna inanıyorum.
            Daha ilk başta, sayın Cumhurbaşkanımız Abdullah GÜL ün, Meclis Başkanı sayın Mehmet Ali ŞAHİNi in, ÖSYM nin Başkanının açıklamalarına tatmin oldum diyerek, onun arkasında durmalarını doğru bulmuyorum. Aynı şekilde sayın Başbakanımızında, ÖSYM Başkanının arkasında olduğu anlamına gelen ifadeler kullanmasını da doğru bulmuyorum.
                (ANAYURT GAZETESİ 13 Mayıs 2011 Cuma)
                ***
TÜRKİYENİN EĞİTİM SORUNU NEDİR-2
Mak. Yük. Müh Ahmet YALVAÇ
                S ayın Cumhurbaşkanının, Sayı  Meclis Başkanının, Sayın Başbakanın,ÖSYM Başkanının ardında durmalarının bir anlamı var mı?
           Sevgili ANAYURT Okurları,bundan önceki yazımın son kısmında, ÖSYM nin yaptığı sınavlarda kopya ve şifreleme iddiaları doğrunu sorusuna cevap bulmaya çalışmıştım. Bu günde  bu konuda kaldığımız yerden başlayarak Eğitim konusundaki sorunları analiz etmeye devam edeceğim.
Devletin ve Hükümetin Üst Makamları, şaibeli ve Toplumun büyük bir kesimini ilgilendiren bir konuda, bu sorunun odağında bulunan kişinin açıklamalarına tatmin olduk deme yerleri değildir.Onlara düşen; böyle bir konuyu yargıya taşımaktır
           Şimdi sorunu Cumhurbaşkanı,Meclis Başkanı ve Başbakanın tatmin olduk dedikleri bir konuda, eğer yargıç bunun tamamen tersi olan bir sonuca varırsa nasıl bir durum ortaya çıkar?Türkiye de hangi savcı yada yargıç,bu gibi Makamların ak dediğine kara diyebilir? Eğer derse başına gelecekleri bilir. Zira bunun çok örneklerini gördük.
             Yoksa sayın Cumhurbaşkanı, sayın Meclis Başkanı, sayın Başbakanın bende tatmin oldum beyanatlarını;savcılara, yargıçlara bu işi kapatın şeklinde bir talimat olarak mı  anlamak lazım?
            Sonunda beklenen oldu. Yargı,kopya ve şifreleme yok dedi
             Ne zaman sonra Yüksek Öğrenim Kurumu Başkanlığı YÖK te, ÖSYM Başkanı sayın Prof Dr. Ali DEMİR i sorguya çekti ve bu sorgulamadan da çok ilginç bir sonuç çıktı
            Fatura işin başında bulunan sayın Prof Dr Ali DEMİR e değilde,burada çöalışan 12 kişiye kesildi.Ve bu kişilerin işten çıkarılmalarına karar verikmiş.
            Gerekçe ise çok ilginç:
      Bu Kişiler kopyalana ve şifreleme işini Basın- Yayına sızdırmışlar. Ve bu yüzden suçlu bulunmuşlar
         ÖSYM de yaşanan kopya ve şifreleme iddiaları, Eğitim Tarihimizde bir kara leke olarak yerini alacaktır
          Halkımız, çıkan sonuçtan tatmin olmamıştır.Ve büyük çoğunluk,Milli Eğitimde ve Polis Teşkilatında F Tipi bir cemaat yapılanması olduğuna ve yapılan bir çok yanlış işlerin  böyle bir yapılanmadan kaynaklandığına inanmaktadır. Böyle bir inanç ta kolay kolay değişmez.
              Sayın Başbakanımız önceki YÖK başkanlarını uygulamalarından dolayı her defasında yerden yere vurur,ve YÖK ün lağvedilmesinin gerektiğini söylerdi. Nezaman ki eski Cumhurbaşkanı degişti, yerine SayınAbdullah GÜL Cumhurbaşkanı oldu ve Oda, sayın Prof Dr Yusuf Ziya ÖZCAN ı YÖK Başkanı olarak atadıktan sona, Sayın Başbakanımızın YÖK ten şikayetçi olduğunu hiç duymadık
           Eğer yeni ÖSYM Başkanı sayın Prof Dr Ali DEMİR i sayın Abdullah GÜL değilde, sayın Ahmet Necdet SEZER seçmiş olsaydı, ayyuka çıkan kopya ve şifreleme iddiaları karşısında sayın Prof Dr. Ali DEMİR i yerden yere vurur ve onun bir şekilde istifa etmesini sağlardı.
            Demekki Üst Yöneticiler amaca uygun hareket ettikleri sürece bir sorun olmuyor
                           MİLLİ EĞİTİMDE ASIL TEHLİKE NEDİR ?
             Bizler ATATÜRK İlke ve İnkilaplarına, Cumhuriyetin Değerlerine yürekten inanan öğretmenler tarafından yetiştirildik. Öğretmenlerin terfilerinde sadece meslekte göstermiş oldukları performans esas alınırdı
            Bizim zamanımızda ne türban, nede türbanlı sorunu vardı. Eğitimde kılık-kıyafet ve türban sorunu, sayın Prof Dr.Necmettin ERBAKAN ın siyasi hayatımıza girmesiyle, 1970 li yıllarda başladı. Ve o günden bu yana okullarda kılık-kıyafet ve türban sorunu hiç bitmedi. Bilakis artarak devam etti ve bu günlere gelindi. Bugün türbanlı yada ayaklarının ucuna kadar inen kıyafetli bayanları, sadece okullarda değil, Resmi Dairelerde ve her yerde görmekteyiz. Buradan şöyle bir sonuca varmak mümkün:
            Adalet ve Kalkınma Partisi AKP de 1970 lerde sayın Prof Dr Necmettin ERBAKAN ile başlayan din eksenli bir siyasi hareketin devamıdır. Sayın Başbakanımız Recep Tayip ERDOĞAN ile, sayın Cumhurbaşkanımız Abdullah GÜL de sayın ERBAKAN ın talebeleridir.
             Şimdi din eksenli siyasi iktidarların başta Milli Eğitim olmak üzere hayatımızı olumsuz yönde nasıl etkilediklerini birkaç örnek ve yorumla ortaya koymaya çalışacağım
             Eğer saçın tamamını içine alacak şekilde başa bone diye adlandırılan takke giyilir, üstünede eşarp takılırsa , buna türban deniliyor. Tabiî ki bu bayanların giysileri de genelde ayaklarının , ellerinin ucuna kadar iniyor. Böyle bir kıyafeti bazı insanlar basit bir tercih olarak görebilirler. Ama bunun yaşama ve düşünceye yansıması öyle basit değil.
           Bu felsefe ve yaşan tarzına inanan insanlar, karşı cinsten birinin elini sıkmazlar. Misafirliğe gidildiğinde haremlik-selamlık olur. Yani erkeklerle bayanlar ayrı mekanlarda otururlar. Tabiî ki böyle bir yaşam tarzı onların bir tercihi ve bu tercihe kimsenin bir şey söylemeye hakkıda yok. Ben böyle bir düşünce yapısının sağlık hizmetlerine nasıl yansıdığına bir iki örnek vermek istiyorum
             Bir defasında gazetede bir haber okumuştum. Bir genç in testislerinde iltihaplı acil bir durum varmış,hemen röntgeninin çekilmesi gerekiyormuş. Nöbetçi bayan uzmandan başka o anda hastanede başka bir röntgen uzmanı da yokmuş. Türbanlı bayan doktor , inançlarına aykırı olduğu gerekçesi ile genç in filmini çekmemiş .Film zamanın da çekilmediği ve geç kalındığı içinde iş işten geçmiş.Hastahaneler de buna benzer olayları zaman zaman duyuyoruz.Şindi sorun şurada:
            Tıp doktorlarının kadın-erkek ve milliyet farkı gözetmeksizin herkesin yardımına koşacaklarına dair Hipokrat yeminleri var ve bu hususları bilerek ve kabul ederek  tıp fakültelerine giriyorlar.Peki realite bu ise yukarıdaki örnekleri nasıl  açıklayacağız?
           Bilhassa acil servislerde görev yapan bayan doktor, yada bayan sağlık elemanlarının acil müdahalelerde etkin olabilmeleri ve söylenenleri iyi duyabilmeleri için pantolon ve spor kıyafet  giymeleri ve başlarının da açık olmasında fayda var. Aksi bir durumda ayak pardesuya takılıp sedyenin üstündeki hasta ile beraber kendini yerde bulabilir.
            Demek istediğim şu ki,her işi dini inanç a bağlarsak işlerin altından kalkamayız. İşte bunun gibi çetrefilli konularda yanlış bir tarafa yönelmiyelim diye, akıl yürütme ve bilim ön plana çıkartılmış ve laiklik kavramıda bu maksatla Anayasamızda yer almıştır
           Yoksa yukarda izah etmeye çalıştığım gibi türbanlı kız öğrenciler,aldıkları eğitimin gereğini yapsalar, işlerini aksatmasalar, kılık-kıyafeleri okadar da önemli değildir aslında.
           İşin en önemli tarafı; dini referans alan Syasi iPartiler,resmen söylemeselerde, laiklik kavramına genelde inanmıyorlar, yada bu kavramı dinsizlik olarak algılıyorlar.
           Böyle bir düşünce sonucu olmalıdırki, Cumhuriyetimizi kuran Mustafa Kemal ATATÜRK ü Din düşmanı imiş gibi gösterip,gençlerin ve cahil insanların aklını çelmeye çalışıyorlar
           ATATÜRK,Hacıları, Hocaları asmış, kesmiş….vs
            Bu gün sayın ERBAKAN  ile başlayan Din referanslı Siyasi Partiler sayesinde , ATATÜRK ilke ve İnkilaplarına inanmayan çok sayıda öğrenci yetişmiş ve bu kişiler Devletimizin önemli kademelerinde yer almışlardır. Ve abluka hala devam ediyor
           YÖK konusunda ÖSYM  konusunda taraflı davranılmasını, gereğinin yapılmamasını da yandaş bir toplum yaratma amacının bir parçası olarak görüyorum
            Bu gün olmamız gereken yerde olmayışımızın asıl nedenini, Türkiye nin bölünme noktasına gelmesini, anarşinin hortlamasını;ATATÜRK İlke ve İnkilaplarından, Cumhuriyetin kazanımlarından, Liklik ilkesinden uzaklaşmamıza bağlıyorum.
            ATATÜRK Milliyetçiliği, birleştiricidir,bütünleştiricidirTemeli iyi bir vatandaş olma ve yaratma esasına dayanır.
           Anayasamızda Türklüğün tarifi gayet açık olarak yapılmış olmasına rağmen,maalesef NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE ifadesinin anlam ve önemini gençlerimizin ve halkımızın tamamına anlatamadık yada anlatmak istemedik!
           Sayın ERBAKAN,eğer birileri çıkar da Ne Mutlu Türküm Diyene derse, bir başkası çıkar,oda Ne Mutlu Kürt üm der dedi
       Sayın Cumhurbaşkanımız, dağlara, taşlara Ne Mutlu Türküm Diyene yaza yaza iptidaileştik dedi.
         Sayın Başbakanımız da kaç etnik guruptan oluştuğumuza vurgu yaptı.
          İşin en enteresan kısmı ise;başında bulundukları ülkenin adı Türkiye Cumhuriyeti olmasına rağmen Türküm kelimesini söylemekten hep imtina ettiler
           Sayın ERBAKAN  mili olduğundan, emperyalizme karşı olduğundan,Digerleri ile farkını burada belirtmiş olalım
            İdeolojik düşünen nesiller ve toplum yaratmak yerine, akıl yürüterk doğruyu bulabilen insanlar yetiştirmek daha doğru bir iştir kna  EĞİTİM DE SİYASETİN VE SİYASETÇİNİN ÖNEMİ
              Bu düşüncemi burada da tekrar söylemek istiyorum:Bütün işlerin siyaset ve siyasetciyle ilgisi var.
             Eğer Türkiye yi idare edenlerin, Türkiye yi Alman ya , İngiltere, Fransa, Amerika Birleşik Devletleri, Japonya, Çin…vs gibi her konuda bir süper güç yapma arzu ve gayreti içinde olurlarsa, bütün işleri, hal ve hareketleri bu amaca ulaşacak şekilde organize ederler
            Türkiye yi idare edenlerin her bakımdan dolu, plan ve projesi olan insanlardan oluşması lazım
                                              HERKESE  EĞİTİM
              Eğitimi sadece öğrenim çağında olan çocuklar ve gençler için değil,eğitimi bütün hayatımıza sokmalı ve herkesi bu işe dahil etmeliyiz.
             Örneğin Türkiyede faaliyet gösteren bütün meslek gruplarıda tornacı, kaynakçı,kunduracı, duvarcı, lokantacı…vs yarışmalar düzenlenmeli,yarışmayı kazananlar ödüllendirilmeli ve bu gibilere okullarda konusu ile ilgili eğitimde verildikten sonra hoca olarak eğitimde yararlanılmalıdır.
            Bu yarışmaların sonucunda, her mesleğin, her işinde standartı çıkarılmalı, kitlelerin eğitiminde bu bilgi ve standartlardan yararlanılmalıdır. Örneğin bir Adana Kebabının, Konyan nın Etli Ekmeğinin standartı çıkartılmalı ve bu standartlar, tüm pideci ve kebapcıların eğitiminde öğretilmelidir. Eğitimden geçmeyen kimseye meslek icra etme ruhsatı verilmemelidir
            Hatta ve hatta evlenecek bay ve bayanlarda evlilik öncesi eğitime ve bilgilendirmeye tabi tutulmalıdır
            Benin eğitimle ilgili olarak yapmış olduğum çalışma, Türkiye nin süper bir sanayi devleti olma yönünde tüm eğitim hizmetlerinin nasıl organize edileceği  ile ilgili bir detay çalışmasıdır
            Buraya kadar özet halinde de olsa Türkiye nin Eğitim Sorunu Ve Çözüm Önerileri hakkında ipuçlarını verdiğimi sanıyorum. Saygılarımla.

                ANAYURT GAZETESİ, 27 Mayıs 2011 Cuma

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder